Masaccio ise, Santa Maria del Carmine’deki Brancacci Capellası’nın fresklerinde, son dönem gotik resminin gözalıcılığından ve yumuşaklığından koparak, figürlerine eşsiz bir ağırlık ve görkem kazandırmıştır.
Rönesans’ın ana temelleri böylece atılmış olur. Brunelleschi bugün kayıp olan iki panosunda, çizgi perspektifini, yani bütün dikey hatların tablo düzlemi üzerindeki tek bir kaçış noktasına yöneldiğini ve uzaklaştıkça da mesafelerin azaltılabildiğini keşfetti; bu araştırmalar Masaccio tarafından yeniden ele alındı ve Santa Maria Novella’daki Teslis (ykl. 1427) tablosundaki mimari öğelerin yansıtılmasında kullanıldı. Donatello gibi Masaccio da, figürlerinin elbise kıvrımlarında Antikçağ heykellerinden etkilendi; hacmi vurgulamak, girinti ve çıkıntı duygusu yaratmak için ışıktan yararlandı: bu ustalık, fresk büyük bir plastik güç veriyordu.
Mimari alanında, Antikçağ düzenlerinin birleşimi anıtsal ve tutarlı bir görünüm elde edilmesine imkan sağlıyordu. San Lorenzo ye Santo Spirito kiliselerinin sahanları Korint düzeninde büyük kolonlarla ayrılmıştı ve Brunelleschi, bütün yapılarında, modüllere dayanan bir orantılama sistemi uyguluyordu.T.L.
Birinci Rönesans’ın gelişmesi.
Brunelleschi’nin kendisinden sonra gelenleri derinden etkileyecektir. Michelozzo, Cosimo de Medici’nin özel mimarı olur. San Marco (1440) Manastırı’nın kütüphanesinde, Brunelleschi’nin yaptığı bazilikadaki sütunların diziliş biçimini aynen alır ve sütun başlıklarında Antikçağ’dan beri ilk defa ton düzenini kullanır; Medici Sarayı’nın inşasıyla görevlendirilir ve bu yapı, bütün yüzyıl boyunca Floransa saraylarına model oluşturur.
Ne var ki, Leon Battista Alberti çok daha özgündür: Santa Maria Novella’nın (1458-1470), cephesini bir Antikçağ tapınağına benzetmeyi ve Rönesans dönemi mimarlarının büyük bir çoğunluğu tarafından sürdürülecek olan temalarla ilgili düşüncelere bir hareket noktası oluşturmayı başarır.
Resimde ve heykelde, Masaccio ve Donatello’daki ağırbaşlı büyüklüğün yerini daha cana yakın bir üslup alacaktır: Fra Angelico, dupduru tatlı yüzlü kişilerini klasik mimarlık anıtlarının ve parlak bir ışığın içine getirip yerleştirir. Aynı parlaklığa, kullandığı renklere ve ışığa büyük bir saydamlık kazandırmak için yağlı- boya kullanan Domenico Veneziano’da da (öl. 1461) rastlanır. Bu iki ressam, çok kanatlı tabloları terk ederek her kompozisyonun tek bir pano üzerine uygulandığı “pais”yı benimsemekle, önemli bir rol üstlenmişlerdir.
Filippo Lippi (1406-1469) Masaccio’dan etkilenmiştir, ama onun genç kadın ve çocuk figürlerinde ustasında rastlanmayan bir incelik görülür.
Paolo Uccello perspektifin açtığı ufukları incelerken, yalnız Andrea del Castagno (ykl. 1420-1457) Masaccio’nurı yolundan gitmeyi denemiş, ama figürleri daha katılaşmış ve dışavurumcu bir şiddete bürünmüştür.
Heykelci Luca Della Robbia (1400-1482), Floransa Katedrali’nin cantoria’larından (ilahi söyleyenlerin bulunduğu tribünler) birini yapmıştır: sonsuz bir dinginlik içindeki çocuk figürleri, tam karşıda yer alan Donatello’nun cantoria’sındaki hareketli ve şiddet ifadeli figürlerle taban tabana zıttır.
Della Robbia daha sonra pişmiş topraktan mavi ve beyaz mineli figür gruplarında uzmanlaşacak, onu izleyenlerse yayan taklitler ortaya koymaktan ileri gidemeyeceklerdir.
Bernardo Rossellino (1409-1464) da pek güçlü olmayan yumuşak bir üslup kullanmış, ama bunun yanında, Santa Croce’deki Leonardo Bruni’nin mezarıyla bütün yüzyıl boyu taklit edilecek olan anıtmezar tipini yaratmıştır T.L.
Büyük sanat merkezleri
İtalyan uygarlığının parlak çağı Kuatroçento’da, yarımadadaki farklı devletler içinde gerçek anlamda sanat merkezleri ortaya çıkmıştır. Aynı zamanda vali ve komutan olan, zafer ve gösterişe düşkün aydın prensler, (podestalar ve condottieriler) çevrelerine edebiyatçılar ve sanatçıları topluyorlardı. Bunlar güçlerinin, sanat koruyuculukları ile dile getirileceğinin bilincinde idiler. Böylece, heykeltıraşlar, mimarlar ve ressamlar, büyük din tarikatlarının (Fransiskenler ve Dominikenler gibi) ve hayır derneklerinin siparişlerine koşut olarak, yanlarında çalıştıkları prenslerin adını duyurmak için de eserler vermekte idiler.
Sanatçılar çoğu kez birbirinin akrabası olan ama birbirleriyle yarışmayı da sürdürerek rekabeti körükleyen ve ortamı canlandıran karşılaşmaları sağlayan prenslerin çekiciliğiyle Floransa’dan Ferrara’ya, Mantova’dan Rimini’ye, Verona’dan Urbino’ya, bir saraydan bir başkasına geçiyorlardı.