Paleolitik Çağ (Eski Taş Çağı- M.Ö.2000000-10000)
Yontma veya Eski Taş Çağı olarak da adlandırılan Paleolitik Çağ günümüzden yaklaşık 2 milyon yıl önce başlamış ve 10.000 yıl önce son bulmuştur. Ancak verilen bu tarihlerin dünya geneli içinde geçerli olduğunu ve yerel olarak değişmeye açık bulunduğunu da belirtmek gerekir. İnsanlık tarihinin % 99'u gibi çok büyük bir bölümünü kapsayan bu çağ, aynı zamanda ilk insan atalarının ortaya çıkışı ve ilk aletlerin üretimi yoluyla insanlaşma sürecine girişi temsil etmesiyle de söz konusu tarihin gelişimi içinde çok önemli bir yer tutmaktadır.
Doğanın sınırlayıcı ve belirleyici baskısı altında yaşayan Paleolitik Çağ insanları ekonomik açıdan, avcı ve toplayıcı toplulukları temsil ederler. Besin üretmeyi bilmeyen bu insanlar, yalnızca yaşadıkları ortamda bulunan yabani sebze, meyve ve kökler ile avlandıkları hayvanları yiyerek beslenmişlerdir. İklim ve çevre koşullarının değişkenliği nedeniyle, yeni besin kaynakları aramak ve av hayvanlarını izleyerek, küçük gruplar halinde konar - göçer bir tarzda yaşamışlardır.Kaya sığınaklarının bulunduğu yerlerde mağara ve kayaaltı sığınaklarında barınmışlar, kaya sığınaklarının bulunmadığı yerlerde ise açık havada kurdukları sığınaklarda yaşamışlardır.
Paleolitik Çağ, karakteristik çizgileri ve kültürleriyle Alt, Orta ve Üst olmak üzere 3 evreye ayrılır.


Alt Paleolitik devrin insanları, beyin kapasiteleriyle orantılı olarak kendilerini vahşi hayvanlardan korumak, beslenmek,avlanmak için ve zaman zaman da kendi aralarındaki mücadelelerde kullanmak üzere birtakım basit taş aletler yapmaya başlamışlardır. Genellikle doğanın kendilerine sunduğu taşları, ya daha sert olan başka taşlarla yontarak işlemişler, ya da doğal halde çevrelerinde bulunan ve çok az bir rötuşla alet haline gelebilen parçaları kullanmışlardır.
Alt Paleolitik süresince oldukça ılıman geçen iklim Orta Paleolitik'de kurumaya, sertleşmeye ve giderek bol kar yağışıyla belirgin yeni bir buzullaşmaya dönmesi, insanın yaşayışı ve teknolojisinde bir dizi değişiklikler meydana getirmiştir. Bu teknolojik değişikliğin en belirgin yanı, yonga endüstrisinde kendini gösterir. Alt Paleolitik'in kaba taş alet (iki yüzeyli) ve yongalarının yerini oldukça düzenli bir şekilde yontulmuş ve kenarlarda yapılan düzeltilerle (rötuş) ve uç kazıyıcı haline sokulmuş işlenik yonga aletler alır. Bu dönemin insanları olan Homo Neanderthal'lerin, eldeki kısıtlı alet teknolojisi ile mamut, gergedan, geyik gibi büyük hayvanları avlayabilmeleri bu insanların avcılıkta ne kadar ustalaştıklarının ve hayvanları avlayabilmek için birtakım av teknik ve yöntemlerini geliştirdiklerinin bir kanıtıdır.
Ayrıca bu evrede, inançlarla ilgili birtakım belirtilerin de ortaya çıktığı görülür. Örneğin tek ya da çift çukurlar şeklindeki mezarlar ve bunların yanındaki - belki de besin depoları olarak yorumlanabilecek - eklentiler, Neanderthal'lerin ölü gömme adetleri hakkında bilgi veren izlerdir.
İklimin tekrar hissedilir derecede soğuduğu ve kuru hale geldiği Üst Paleolitik Çağ'da, Homo Neanderthal'lerin yerini modern insanın atası sayılan Homo Sapiens'ler alır. Homo Sapiensler becerili ve aktüel insana daha yakın olan insanlardır. Üst Paleolitik'de yontma teknolojisindeki gelişme dikkati çekecek bir düzeyde olup, taş işçiliği en büyük gelişmesine ulaşmıştır. Alt Paleolitik'te, kısmen de Orta Paleolitik'te görülen klasik iki yüzeylilerin (el baltası) yerini çakmaktaşı yonga ve dilgilerin üzerine yapılmış, çeşitli tipteki aletler almıştır. Ön kazıyıcılar, taş delgiler, taş kalemler, yaprak biçimli uçlar, mekik aletler bunlardan bazılarıdır. Üst Paleolitik'in son evrelerinde ise sırtı devrik dilgiciklerin ortaya çıktığı görülüyor. Taş aletlerin yanısıra kemik ve boynuzdan yapılmış aletlerde de büyük bir artış gözlenmektedir. Esasen bu evrede taş aletler, büyük bir çoğunlukla kemik aletleri şekillendirmek için yapılmışlardır. Bu ise Üst Paleolitik'te artık alet yapan aletlerin üretildiğini göstermektedir.
Üst Paleolitik Çağ'ın önemli gelişmelerinden biri de insanların entellektüel hayatlarıyla ilgili birtakım sanat eserlerini yapmaya başlamalarıdır. Mağara duvarlarına ve çeşitli objeler üzerine yapılan boyalı resim, gravür, alçak kabartmalar ile heykelcikler, Paleolitik sanatın, Sanat tarihi içinde oynadığı rolü ortaya koyar. Üst Paleolitik'te süslenme merakı da açıkça görülür. Balık kemiği, kavkı, çeşitli hayvan kemiği, diş ve kabuklarından yapılan süs eşyalarının Üst Paleolitik'te insanlar tarafından kullanıldığı bilinmektedir. Ayrıca bu devirde artık insanlar ölülerini sistemli bir biçimde gömmeye başlamışlardır.
Anadolu Paleolitik'ine günümüze değin yapılan kazı ve yüzey araştırmalarının ışığında bakıldığında, yeterince araştırılmamış olmasına karşın, Alt, Orta, Üst Paleolitik dönemlere ait taş ve kemik endüstri, fauna, flora ve insan kalıntıları ile sanat yapıtlarının ele geçmiş olması, Anadolu'nun ne denli yoğun bir biçimde iskan edildiğini açık bir şekilde ortaya koymaktadır.
Bugünkü bilgilerin ışığında, Anadolu Paleolitik Çağ'ın tüm evrelerini, stratigrafik süreklilik içinde veren tek mağara Karain'dir.Antalya'nın 30 km. kuzeybatısında yer alan bu merkez; Alt, Orta ve Üst Paleolitik evrelere ilişkin çeşitli 'oturma tabanları' vermektedir. Sözü edilen evrelere ait çok sayıda yontma taş ve kemik aletin yanısıra, taşınabilir sanat eserleri, Homo Neanderthal ve Homo Sapiens'lere ait diş ve kemik kalıntıları, yine çok sayıda yanmış ve yanmamış kemik kalıntıları da vermiştir.
Karain Mağarası, buluntularıyla, yalnız Anadolu değil, aynı zamanda Yakın Doğu Paleolitiği için de büyük önem taşımaktadır.
Anadolu Paleolitik'indeki en büyük boşluk, salt yaşlandırmanın henüz yapılamamış olmasından kaynaklanmaktadır. Bununla birlikte, son yıllarda Aşağı Fırat Havzasında yapılmış olan kazı ve sistemli yüzey araştırmaları ile Karain ve Yarımburgaz mağaralarında yeniden başlatılan kazılarda elde edilen buluntular üzerinde sürdürülmekte olan incelemeler, Anadolu Paleolitik Çağının henüz çözümlenmemiş olan stratigrafik ve kronolojik sorunlarına çözüm aramaya yöneltilmiş bulunmaktadır.Güney Anadolu sahillerinde, Antalya civarında yer alan Karain Mağarasının 10.5 metre kalınlığındaki dolgu malzemesi içinde Yontma Taş Çağı'nın bütün evrelerine ait kültür tabakaları ortaya çıkarılmıştır. Bu tabakalar içerisinde çeşitli taşlardan yapılmış aletler arasında el baltaları, kazıyıcılar, uçlar ele geçmiştir. Kemikten yapılmış aletlerden bızlar, iğneler, süs eşyası gibi kalıntılar da bulunan eserler arasındadır.
Neolitik (Yeni / Cilalı Taş) Çağ
İnsanlık tarihinde, besin üretimi yanında ilk yerleşik toplumların kurulması ile başlayan dönem Neolitik Çağ adıyla anılmaktadır. Çağın başlangıcında besin üreticiliğinin bilinmesine karşın pişmiş toprak kapların daha yapılmadığı, bunların yerine sepet, tahta ya da taştan kapların kullanıldığı ilk evre, Akeramik (seramiksiz) Neolitik olarak adlandırılır.Anadolu'da ancak birkaç yerde saptanan bu evre, belirli bir düzene göre inşa edilen yapıları, taş ya da kemik alet ve silahları, süs eşyaları ile ilk yerleşik köy örneklerini vermektedir.
Eski Yakındoğu ve Ege'nin en gelişmiş Neolitik Merkezi Konya'nın 52 km. güneydoğusunda, Çumra ilçesinin kuzeyinde yer alan Çatalhöyük'tür. Burada yapılan kazılarda saptanan 10 yapı katında da (C14 tarihlenmelerine göre M. Ö. 6800 - 5700 arası) açığa çıkarılan evlerin ve dolayısıyla kentin, bir düzene göre inşa edildiği görülmektedir. Bu düzenleme dikdörtgen planlı evlerin avlular etrafında bitişik olarak sıralanması ile sağlanmıştır. Taş temelin bulunmadığı, kerpiçten düz damlı olarak yapılan bu evlerin planları da birbirinin aynıdır. Evler, geniş oturma odası dışında depo ve mutfaktan oluşmakta, oda içlerinde seki, ocak ve fırınlar bulunmakta idi.
Çatalhöyük evlerinin en önemli özelliği duvarlarının boğa başları ve resimlerle bezeli olmasıdır. Büyük çoğunluğu kültle ilgili olan bu bezekler özel bir yapıda değil, yapıların Kutsal Alan olarak kullanılan bir bölümünde yer almaktadır. Yüksek kabartma ya da tam plastik olarak işlenen boğa başlarının bir kısmı gerçek boğa başının kille sıvanması ile yapılmıştır. Duvar resimlerinin yapımında kirli bej kerpiç sıvası üzerine kırmızı, pembe, kahverengi, beyaz ve siyah renkler kullanılmıştır. Herhangi bir motif göstermeyen düz boyalı panellerin, tek ya da çok renkli geometrik bezeklerin, çiçek, yıldız, daire gibi sembolik motiflerin yanısıra değişik konulu tasvirler de görülmektedir. Bunlar arasında insan elleri, tanrıçalar, insan figürleri, av sahneleri, boğalar, kuşlar, akbabalar, leoparlar, yabani geyik, yaban domuzu, aslan, ayı gibi hayvanlardan oluşan bezekler ile manzara ve mimari tasvirlerden bir kentin arkasında püsküren volkan ve başsız cesetleri gagalayan akbabaları kovalayan insanlar önem taşırlar. Bu kutsal alanlarda Ana Tanrıça fikri bereket kültü olarak görülür. Pişmiş toprak yanında taştan da yapılan Ana Tanrıça, genç kız, doğuran kadın ya da yaşlı kadın olarak gösterilir. Bunlar arasında iki yanındaki leopara dayanmış, doğuran tanrıça özgündür. Heykel ya da yüksek kabartma olarak yapılan ana tanrıça tasvirleri yanında pişmiş topraktan hayvan şeklinde adak heykelcikleri de vardır.
Neolitik Çağ'ın elde yapılan çanak çömlekleri Çatalhöyük'te genelde kahverengi, siyah ve kırmızı renk tonlarındadır. Daha çok oval formlara sahip seramikler Neolitik Çağ'ın geç döneminde basit geometrik motiflerle bezenmeye de başlanmıştır. Çatalhöyük'te ele geçen çeşitli taşlardan, deniz hayvanlarının kabuklarından yapılmış kolyeler, obsidyen aynalar ve makyajla ilgili buluntular o dönem insanının süslenme araçlarını gösteren belgelerdir. Bilinen en eski dokuma parçaları da yine bu kentte ele geçmiştir. Yün, hayvan kılı ya da bitki liflerinden dokunan kumaşların yanısıra hayvan derilerinin de giysi olarak kullanıldığı duvar resimlerinden anlaşılmaktadır.
Pişmiş toprak ve taştan yapılmış olan geometrik bezekli damga mühürler Neolitik Çağ'da mülkiyet düşüncesinin ürünleridir. Çakmaktaşı ve obsidyen çeşitli alet ve silahların, kemik ise bız, iğne, sap gibi eşyaların yapımında kullanılmıştır. Bunlar arasında bir mezar hediyesi olan kemik saplı çakmaktaşı hançer ilginçtir. Bu çağda yaygın olmamakla birlikte ilkel yöntemlerle bakır ve kurşunun işlendiği, ayrıca Anadolu içinde ve komşu ülkelerle ticaret yapıldığı da bilinmektedir.
Çatalhöyük insanları ölülerini evlerin tabanları altına gömmüşlerdir. Çocuklar oda tabanı altına, yaşlılar tek ya da grup halinde oda içindeki sekilerin altına gömülmekte, yanlarına ölü hediyesi bırakılmaktaydı.
Anadolu'daki bir diğer önemli Neolitik yerleşme yeri Burdur'un 25 km. güneybatısındaki Hacılar'dır. Burada yapılan kazılarda saptanan IX yapı katında, IX - VI katlar Geç Neolitik (yaklaşık M. Ö. 5700 - 5600) döneme aittir. Taş temel üzerine kerpiçten inşa edilen Hacılar evleri de Çatalhöyük gibi, ancak onlardan daha geniştir. Duvarlar ve taban kireç sıvalı, kırmızı boyalıdır. Düz damı taşıyan ağaç direkler ve bazı yapıların iki katlı olduğunu gösteren merdivenlere raslanmıştır. Ölülerin şehir dışına gömülmesi bakımından Çatalhöyük'ten ayrılır. Hacılar'da da hemen her evde bulunan kilden tanrıça tasvirleri ayakta ya da otururken gösterilmiştir.
Hacılar'ın iyi pişirilmiş, perdahlı çanak çömlekleri, kırmızı, kahverengi, kırmızımsı sarı renklerdedir. Seramikler arasında kırmızı astarlı, çok iyi perdahlı kadın başı biçiminde bir kap ile hayvan biçimli (geyik, domuz, kuş) tören kapları ilginç örneklerdir. Hacılar insanlarının tarımla uğraştıkları, bazı bitki kalıntıları ile boynuzun bir tarafına kakılan çakmaktaşı parçalarından yapılmış oraklardan anlaşılmaktadır. Aynı zamanda dokumacılığa işaret eden pişmiş toprak ağırşaklar da ele geçmiştir.
Kalkolitik (Bakır-Taş) Çağ
Taş aletler yanında bakırın da kullanılmaya başlamasından dolayı Kalkolitik Çağ olarak adlandırılan bu dönemin, Geç Neolitiğin bir devamı olyduğu Hacılar, Canhasan, Kuruçay gibi yerleşim yerlerindeki devamlılıktan anlaşılmaktadır. Bu çağda da, Neolitikde olduğu gibi, bölgesel özellikler hakimdir. Kalkolitik Çağ Erken, Orta ve Geç olmak üzere üç evrede incelenir.
Anadolu'da bugüne kadar tanınan en gelişmiş Erken Kalkolitik kültür Hacılar'da karşımıza çıkmaktadır. Kare ya da dikdörtgen planlı, taş temelli, kerpiç yapılar düz damlıdır. Evler arasındaki dar sokakları ve yerleşmenin etrafını çevreleyen kerpiç koruma duvarı ile Hacılar bir kent görünümündedir. Bitişik düzendeki evlere geniş avludan açılan kapılardan girilir. Evlerdeki geniş mekanlarda küçük bir kutsal alan, işlik, kuyu ve çanak çömlek atölyeleri bulunmaktadır.
Hacılar'da bu çağın en belirgin özelliği, el yapımı, boyalı çanak çömleğin kullanılmış olmasıdır. Hacılar'ın Erken Kalkolitik Çağ'a ait V - I katlarında (M. Ö. 5400 - 4750), teknik ve form açısından ileri bir düzeye erişmiş parlak perdahlı, tek renkli çanak çömleklerinin yanısıra zengin bezeklere sahip boyalı çanak çömlek giderek artış göstermektedir. Boyalı olanlar krem ya da pembemsi sarı renkte zemin üzerine kırmızımsı kahverengi ile yapılmış geometrik motiflerle bezenmiştir. Oval ağızlı kaseler, küre gövdeli çömlekler, iri vazolar, dikdörtgen çanaklar, küpler ve testiler değişik kap formları arasındadır. Neolitik Çağ'ın devamı olan pişmiş toprak tanrıça heykelciklerinin çoğu oturur durumda ve daha şematik olarak yapılmıştır. Taş, kemik ve az sayıdaki bakır eşya da aynı geleneğin devamıdır.
Geç Kalkolitik Çağ'ın Batı Anadolu'daki önemli yerleşme birimlerinden biri de Beycesultan'dır. Denizli iline bağlı Çivril ilçesinin 5 km. güneydoğusundaki bu yerleşim yerinde saptanan 40 yapı katından XL - XX'nin (M. Ö. 4000 - 3000) Geç Kalkolitik Çağ'a ait olduğu anlaşılmıştır. Dikdörtgen planlı kerpiç yapıların bazıları uzun ve (MEGARON) tipini andırmaktadır. Yapıların içinde duvarlara destek görevi yapan payeleri, ocak yerleri, duvar kenarlarında sekileri, içleri sıvalı silo / erzak bölümleri bulunmaktadır. Beycesultan'da bir çömlek içinde ele geçmiş olan gümüş yüzük, bakır aletler, hançer parçası ve üç iğne maden aletler bakımından önemli bir grubu oluşturur. Geç Kalkolitik Çağ seramiği gri, siyah, kahverengi zeminli ya da bu renkler üzerine beyaz geometrik boyalı, bazıları çizi bezelidir.
İç Anadolu'nun kuzey kesiminde bugüne değin karşılaşılan en eski yerleşim Geç Kalkolitik Çağ'a ait olup, bunlardan ikisi Alişar ve Alacahöyük'tür. Yozgat ilinin 67 km. güneydoğusundaki Alişar'da yapılan kazılarda 19 - 12 M katları ile Çorum ili, Alaca ilçesinin Höyük köyündeki Alacahöyük'te yapılan kazılarda 15 - 9. katlarının Geç Kalkolitik Çağ'ın sonuna ait olduğu anlaşılmıştır. Her iki yerleşim yerinde de dikdörtgen planlı kerpiç yapılara ait kalıntılar ve kahverengi, siyah, koyu gri renklerde çanak çömleklere rastlanmıştır. Tek renkli olan seramiklerin bazısı çizi ya da oyma bezeklidir. Kap formları arasında meyvelikler, maşrapalar ve küpler çoğunluktadır.
Doğu Anadolu'nun Orta Kalkolitik Çağı, Van Gölünün güneydoğusundaki Tilkitepe'de yapılan kazılarda, açığa çıkartılan objeler ile temsil edilmektedir. Bu kazılar neticesinde obsidiyen aletler ve hammaddelerin yanısıra Halaf seramiği olarak adlandırılan boyalı çanak çömleklere de rastlanmıştır.
Kalkolitik Çağ'da Anadolu'da ölü gömme adetleri bölgelere göre değişiklik göstermektedir. Ölüler yerleşim yeri içine veya yerleşim yeri dışına toprak, küp ya da taş sanduka biçimli mezarlara gömülmüş, yanlarına ölü hediyesi olarak çanak, çömlek, süs eşyası ve silahlar bırakılmıştır.
Daha yoğun bir yerleşim görmüş olmasına karşın Kalkolitik Çağda da Anadolu'da bir kültür bütünlüğünden söz edilemez. Bu dönemde Anadolu'nun coğrafi ve topoğrafik konumu gereği bazı dış etkiler söz konusudur. Kuzeybatı Anadolu, Balkanlar ve Ege Adalarında, Doğu ve Güneydoğu Anadolu, Kuzey Mezopotamya'da, Çukurova ise Kuzey Suriye'de gelişen kültürlerin etkilerini gösterir.
Konya ili, Karaman ilçesinin 13 km. kuzeydoğusundaki Kalkolitik Çağ yerleşim yeri olan Canhasan'da bu çağın üç evresi (3 - 1. katlar) saptanmıştır. Konya Ovasını Çukurova'ya bağlayan doğal yol üzerindeki konumu gereği Canhasan, bu bölgeler arasındaki ticari ve kültürel bağlantıyı sağlayan bir yerleşim yeri durumundadır. Hacılar'a benzer dikdörtgen planlı evlerin duvarları geometrik motifli resimlerle bezelidir. El yapımı, ince çeperli seramik krem ya da devetüyü astarlıdır. Tek renkliler yanında kırmızı ya da siyah renk boyalılar ve bazıları beyaz bir madde ile doldurulmuş çizi bezekli olanlar vardır. Bakırdan bir bilezik, topuz ya da asa başı ile bazı bakır parçalar Canhasan'ın önemli bakır buluntuları arasında yer alırlar.
Eski Tunç Çağı
Anadolu, M. Ö. IV. binin sonu, III. binin başlarında, Eski Tunç Çağı'na girmiştir. Anadolu'da yaşayan insanlar, bakıra kalay katarak tunç elde etmeyi ve bu alaşımdan silah, kap - kacak, süs eşyası üretmeyi başarmışlardır. Tuncun yanı sıra bakır, altın, gümüş ve doğal altın - gümüş alaşımı olan elekturumdan gereksinimlerine cevap veren her türlü eşyayı üretmişlerdir. Kazılarla ortaya çıkarılan küçüklü büyüklü yerleşim yerleri, bu çağ insanlarının, etrafı surlarla çevrili şehirlerde oturduğunu göstermiştir. Bu müstahkem şehirlerin sıkışık yapılardan oluştuğu görülmektedir. Geleneksel Anadolu mimarisini temsil eden taş temelli, kerpiç duvarlı evler, dörtgen veya düzgün olmayan dikdörtgen odalı olup bu odalarda ocak, fırın ve sedir vardır.
Yukarı Menderes vadisinde Beycesultan'daki megaronlar (tek odalı uzun ev tipi), bu özgün yapı tipinin uzun devirler boyunca kullanıldığını ve Orta Anadolu'ya ne şekilde bağlandığını öğreten önemli mimari öğelerdendir.
Geç Kalkolitik'ten Eski Tunç'a geçiş kesintisiz olmuştur. Aradaki kasaba ve köylerde mimarlık eserleri, damga mühürler, idoller, yerli geleneğe bağlı kalarak gelişmesine devam etmiştir. Kalkolitik Çağ'da olduğu gibi, ziraatçi ve hayvan yetiştirici olan bu devir insanları, bundan başka iki önemli uğraşı da iyi öğrenmişler ve geliştirmişlerdir. Bunlardan biri ticaret, öteki maden işçiliğidir. Ticareti, çeşitli bölgelere yayılmış olan eserler kanıtlamaktadır. Her türlü madenin işlenmesi çok iyi öğrenilmiştir (Altın, gümüş, bakır, tunç, elekturum ve hatta demir). Madencilikte döküm ve döğme teknikleri kullanılmıştır. Anadolu'nun değişik yörelerinde ve çoğunluğu mezarlara ölü hediyesi olarak bırakılmış durumda, ele geçen zengin maden buluntuları ile yerleşim alanlarında açığa çıkarılan maden döküm kapları, bu alanda erişilen ileri düzeye tanıklık etmektedir. Eserlerin nicelik ve nitelikleri bu çağ insanının yalnız besin üretme uğraşı içinde olmadığını, sanat ve madencilikle uğraşanların da azımsanmıyacak bir düzeye eriştiğini ortaya koymaktadır. Alacahöyük, Horoztepe, Eskiyapar, Kültepe, Mahmatlar, Kayapınar, hatta Polatlı'da bulunan eserler bunu çok iyi göstermektedir. Bu devirde Orta ve Kuzeydoğu Anadolu'da maden işçiliğini ziraat kadar önemli olduğu görülmektedir. Maden işleme sanatı, özellikle ticareti, bu çağda önem kazanmış ve bu sanatın geliştiği büyük atölyeler doğu ve kuzeydoğuda yer almıştır. Anadolu'da madencilikte bu gelişme olmasaydı, Asur Ticaret Kolonileri Çağındaki ticareti yorumlamak çok daha zor olurdu. Madeni heykellerin üslupları düşünce ürünü ve şematikse de, maden sanatının gelişimini ve Anadolu halkının sanat yeteneğini göstermesi açısından önemlidir. Böylece sanatı madenci - demirci olan bir sınıfın varlığı düşünülebilir.
Eski Tunç Çağı'ndaki Anadolu uygarlığının eriştiği üst düzeye tanıklık eden bir merkez Alacahöyük'tür. Burada keşfedilen zengin mezarlar, taş duvarlarla çevrili birer dikdörtgen oda biçimindedir. Ölü, dizlerini karnına çekmiş durumda (hoker) armağanlarıyla mezarın ortasında yerleştirilmiş, üzeri ağaç hatıllarla örtülmüştür. Onun da üzerine toprak serilerek düz dam şeklinde sıvanmış ve bir ölü evi oluşturulmuştur. Gömü töreninde kurban edilen boğa başları ve bacakları damın üzerine bırakılmıştır. Koyun ve keçi de kurbanlar arasındadır. Bu kurbanlar ölü yemeği ile ilgili görülmektedir. Sahibinin bekçisi olarak düşünülen köpek mezarın başına bırakılmıştır. Mezarların kısa ömürlü olmadığı, iki üç kuşak Anadolu'nun bu bölgelerine hakim olmuş prensler tarafından kullanıldığı anlaşılmaktadır. Bu mezarlar değişik yapı katlarına aittir. Ölü hediyelerinin çoğunluğunu altın, gümüş, elektron ve tunç eşyalar oluşturur. Kehribar, akik, kaya kristali, demir ve pişmiş toprak olanlar da görülür. Mezarlara bırakılan hediyeler, diadem, gerdanlık, iğne, bilezik, toka, küpe gibi süs eşyaları ile kaplar yanında tunçtan ve altından silahlar, dinsel amaçla kullanılan güneş kursları, geyik ve boğa heykelleri, tanrıça heykelcikleri, sistrumlar eşsiz sanat eserleridir. Tokat yakınlarındaki Horoztepe'de bulunan eserler Alacahöyük'tekiler gibi bu devirdeki beylerin zenginliğini, kuzey bölgelerinin madencilikte eriştiği seviyenin yüksekliğini kanıtlamaktadır. Eskiyapar, Kayapınar, Mahmatlar buluntuları hem yapıldıkları malzeme, hem türleri, hem anlamları bakımından bu düşünceyi doğrulamaktadır. Madeni kapların, idollerin, silahlardan bazılarının topraktan, taştan ve daha değersiz madenlerden yapılmış olan benzerleri hemen hemen her yerleşme yerinde bulunabilmektedir. Eskiyapar kazıları, Eski Tunç Çağında bu tür zengin eserlerin Orta Anadolu'da yalnız mezarlara ölü hediyesi olarak bırakılmadığını, evlerde de gömü olarak bulunduğunu göstermiştir.
Orta ve Kuzey Anadolu'da tunçtan mızrak uçları ilk defa bu devirde görülmektedir. Baltaların bazı tipleri ile birlikte, bu silahların Mezopotamya ve Suriye silah tiplerine benzerlik göstermesi dikkati çekmektedir. Alacahöyük, Alişar, Mahmatlar, Horoztepe ve Dündartepe'ye kadar bunu izlemek mümkündür. Samsun yakınlarındaki İkiztepe kazılarından ele geçen silah tipleri de bu çağın maden sanatına ışık tutan örnekler vermektedir. Alacahöyük ve Horoztepe mezarları Hatti krallarına, oradaki medeniyet ve sanat eserleri de Hatti'lere (o zamanki yerli halka) aittir. Buralarda bulunmuş olan bronz veya bronz üstüne kaplama elekturum süslü boğa veya geyik heykelleri, güneş ve ışınlarının birarada görüldüğü güneş kursları, güneş kursunun ortasında görülen boğa ve geyik heykelcikleri ile güneşin alt kenarından iki tarafa yükselen boğa boynuzları ile süslü güneş kursları, kadını, bereketin sembolü olan anatanrıçayı temsil eden kadın heykelcikleri, çocuğunu emziren tunçtan Horoztepe heykelciği, elekturumdan yapılmış başı altın kaplamalı Hasanoğlan heykelciği ve sistrumların dini anlamları olduğu kesindir. Bazı tanrı tipleri ve tanrı sembolleri bu çağda belirmeye başlamış olduğu gibi, sistrumların üzerine tüneyen kartal, sonraları çok sevilen bir motif olacaktır. Bunlar Asur Ticaret Kolonileri ve Hitit Çağında görülen güneş, geyik ve boğa kültünün, anatanrıçanın ilk örnekleridir. Eski Tunç Çağındaki çanak - çömlek elde yapılmış, tek renkli ve pek azı da boya ile süslenmiştir. Boyalı kaplar daha çok kırmızı ve açık zemin üzerine koyu renklerle süslüdür. Gerek kazıma ve gerekse boya ile süslü kaplarda motifler daima geometriktir. Çanak - çömleğin ana tipleri gaga ağızlı testiler, emzikli çaydanlıklar, siyah perdahlı üzeri yiv ve kabartmalarla geometrik süslü, geniş karınlı çömlekler, tek kulplu kase ve fincanlar, çift kulplu vazolar, insan yüzlü testilerdir. Eski Tunç Çağında pişmiş topraktan kap şekillerinin basit olmasının nedeni, bu devirde madeni kapların çok artmış olmasındandır. Devrin son evresinde madeni örnekleri taklit ederek yapılan gaga ağızlı testilerin, sepet kulplu çaydanlıkların, keskin köşeli fincanların ve vazoların sayıları çok artmıştır. Bu kap şekillerinin bir çoğu daha sonraki çağlarda görülen Hitit kap şekillerinin ilk örnekleridir.
Eski Tunç Çağında Batı Anadolu medeniyetleri, Anadolu'nun her yöresinde olduğu gibi yerel özelliklerine göre alt kültür bölgelerine ayrılmaktadır. Bölgenin coğrafi özellikleri de buna çok uygundur, İç Batı Anadolu Kültürünü, Beycesultan eserleriyle Yortan çevresinden açığa çıkartılan eserler temsil eder. Orta Anadolu, Eski Tunç Çağı'nın son evresinde Batı Anadolu ile ticaret ilişkileri kurmuştur. Bu çağda Troia bölgesine özgü kap şekilleri, kıymetli madenlerden yapılmış süs eşyaları, İç Anadolu üzerinden Güneydoğu Anadolu'ya uzanan bölgedeki önemli merkezlere (Beycesultan, Polatlı, Karaoğlan, Bozhöyük, Alişar, Kültepe, Gözlükule, Gedikli) erişmiştir. Bunlar II. Troia kültürünün etki alanını göstermesi bakımından ilginçtir. Stilize insan yüzü bezekli kaplarla, Yortan tipindeki siyah renkli el yapısı kaplar, bu çağdaki Batı Anadolu'nun yaygın seramiğinin Ankara çevresine kadar eriştiğini gösterir. Eski Tunç Çağının son evresinde İç Anadolu'da elde yapılmış tek renkli seramiğin yanında çarkta yapılmış kaplar da görülmeye başlamıştır. Ayrıca, arkeoloji edebiyatında geçiş dönemi 'Intermediate' ve 'Alişar III' olarak anılan, boya bezekli, el yapısı seramik türü ortaya çıkmıştır. Bu kültürün temsilcileri, İç Anadolu'nun güney yöresinde yoğun olarak izlenmektedir.
Keman biçimli, pişmiş topraktan, bronz, gümüş ve çeşitli taşlardan yapılan heykelcikler (idoller), Cilalı Taş Çağı ve Maden - Taş Çağı anatanrıça heykelciklerinin yeni şekilleridir. Güney - İç Anadolu Bölgesinde Eski Tunç Çağının son evresinde, boyalı çanak - çömlekle bir arada bulunan ve bugüne kadar yalnız Kültepe'de ele geçen eser grubu da, çoğunlukla kutsal yerlere ve mezarlara bırakılan, su mermerinden (alabaster) yapılmış, yuvarlak gövdeli, bir - dört boyunlu, başları olan heykelciklerdir. Gövdeleri tek merkezli dairelerle ve geometrik motiflerle süslü olup, çoğunun çıplak olarak işlendiği görülmektedir. Bazılarının gövdeleri üstünde daha küçük kabartmalara ve özellikle aslan, insan tasvirlerine rastlanmaktadır. Çapları 5 - 30 cm. arasında değişen bu eserler bereket tanrıçasını betimlemektedir. Kurs vücutlu olan bu idollerin yanında, tahtlarında oturan, göğüslerini tutan ve doğal bir biçimde betimlenen çıplak kadın heykelcikleri de bulunmuş olup, bunlar daima alabasterden yapılmışlardır. Bunların arasında çok doğal bir şekilde ifade edilenleri ve kısa zamanda büyük gelişme gösterenleri de vardır. Kültepe'ye özgü olan bu eserlerin Anadolu üslubunun oluşmasında ve din tarihinin belli bir evresinin aydınlatılmasında yardımı olmaktadır. Eski Tunç Çağı çanak - çömleği ile, özellikle boyalı çanak - çömlekle bir arada ve İ. Ö. III. binin son iki yüzyılında yapılmışlardır.
Doğu, Orta ve Batı Anadolu kültürleri yerel özellikleri içinde gelişmiş Anadolu'lu medeniyetlerdir. Dış etkiler, birbirleriyle olan ilişkiler ve göçler, bu medeniyetlerin yerel özelliklerini değiştirmemiştir. Anadolu'nun en önemli özelliği de tarihi boyunca yerli özelliğini korumuş olmasındadır. Bu çağda da Anadolu'nun her yönü bir yerleşme haline gelmiş, yarımada eski yakındoğunun parlak bir kültür ve sanat alanı olarak karşımıza çıkmıştır.


Asur Ticaret Kolonileri Çağı (M. Ö. 1950-1750)
Bu dönemin başlangıcı aynı zamanda Anadolu'da yazılı tarihin ve Orta Tunç Çağı'nın başlangıcıdır. M. Ö. 1960 yıllarında Kuzey Mezopotamya'daki Eski Asur Devleti, Anadolu ile gelişmiş bir ticaret sistemi kurmuştu. Bu dönemde Anadolu'da büyük grubunu Geç Hattilerin oluşturduğu feodal şehir krallıkları egemendi. Akkad Çağı'ndan beri Anadolu'nun zenginliğini bilen Mezopotamyalılar Asur'un öncülüğünde Kuzey komşuları ile geniş ve sistemli ticari ilişkiye girmişlerdi. Beraberlerinde Anadolu'ya yabancı olan dillerini, çivi yazılarını ve silindir mühür geleneğini getirmişlerdi. Böylece, Anadolu M. Ö. 1950 yıllarından itibaren yazılı tarih çağlarına girmiş oldu. Tüccarlar gidiş ve gelişlerinde ulaşım aracı olarak eşek kervanları kullanıyorlardı. Anadolu'ya gelirken kullandıkları yol; Diyarbakır, Malatya, Urfa, Maraş veya Adana - Toros kapıları idi. Ticaretin temelini Asur'dan Anadolu'ya getirilen kalay, keçi kılı, dokuma ürünleri, elbise kumaşı, süs eşyası, bazı kokular karşılığında satın alınan altın, gümüş eşya oluşturuyordu. Politik veya askeri amaçları olmayan bu tüccarlar yaptıkları iş karşılığında kira ve vergi verdikleri için, Anadolu beylerinden iş yerlerinin, mallarının ve yollarının korunma hakkını elde etmişlerdi.Anadolu beylerinin oturduğu şehirlerin dışındaki pazar mahallelerine yerleşen tüccarların, sayıları yirmiye yakın pazarları 'karum' vardı. Bunların başında merkez pazar olan Kültepe'de aşağı şehirde kurulmuş Kaniş Karum'u gelmekteydi. Anadolu Karumlarının hepsi Kaniş Karum'una, o da Asur'a bağlı idi.
Ticaret yapmak amacı ile Anadolu'ya gelen Asurlu tüccarlar Karum'da yerli halk ile birlikte yaşamışlardı. Yapılan kazılarda açığa çıkarılan tüccarlara ait evlerdeki arşivlerde bulunan çivi yazılı tabletlerin büyük bir kısmı Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesinde korunmaktadır. Kültepe dışında kazısı yapılan birkaç Koloni Çağı şehrinde de bu tür yazılı belgeler bulunmuştur. Tabletlerin çoğu dikdörtgen biçiminde olan kil parçalarının üzerine, özel yontulmuş kalemlerle çiviye benzer işaret yapılarak, Eski Asur dilinde yazılmış olup, zarflarının üstüne de bir kısım yazı ile birlikte mühürler basıldıktan sonra pişirilerek tamamlanmış, çoğu alışveriş ve ticaret merkezinin yönetimi ile ilgili belgelerdir. Bunlar arasında tüccarlara özel, sosyal içerikli olanlar da vardır.
Koloni Çağı'na ait önemli Anadolu şehirleri; Kültepe (Kaniş ve Karumu), Acemhöyük, Alişar ve Boğazköy'dür. Bunların arasında şehircilik, mimari ve küçük eser çeşitliliği bakımından büyük benzerlikler bulunmaktadır. Bu merkezlerde ele geçmiş ve çağın sanatını temsil eden kıymetli malzemeden yapılmış küçük eserler mezarlarda veya evlerde bulunmuş olan altın eşya ve takılar, tunç aletler, fildişi, obsidiyen, kaya kristalinden vazo ve heykelcikler olup, yurdumuzdaki çeşitli müzelerde pek çoğu ziyaretçilerini beklemektedir. Fildişi eserler Anadolu arkeolojisinde bu çağdan başlayarak tanınmaktadırlar. Acemhöyük ve Kültepe'de kazılarla açığa çıkarılan fildişi eserler buna en güzel örnektir.


Eski Hitit ve Hitit İmparatorluk Çağı (M. Ö. 1750- 1200)
Yazılı metinlere göre Koloni Çağı'nın son safhalarında, Pithana'nın oğlu Anitta Anadolu'da şehir beylikleri halinde yaşayan Hititler'in birleşmesinde ilk adımı atarak, Anadolu'nun merkezi sistemle idare edilen ilk devletini kurmuştur. Eski Asurlu kolonistler Anadolu'yu terk ettikten bir süre sonra, I. Hattuşili devletin başkentini Neşa (Kaniş)'ten Hattuşa (Boğazköy)'ye taşımıştır. Eski Hitit Krallığı olarak anılan bu dönemde sanat, başta Boğazköy olmak üzere Alacahöyük, Eskiyapar, İnandık, Maşathöyük kazılarının ortaya koyduğu gibi büyük ölçüde Anadolu geleneğine bağlıdır. Seramikte teknik ve form bakımından Asur Ticaret Kolonileri Çağı'nda yaratılmış olan esaslar zamana uygun olarak devam eder. Çok sevilen törensel içki kapılarının (riton) bu dönemde Boğazköy ve İnandık boğalarında olduğu gibi daha büyük boyda yapılarak kullanıldığı görülür.
Koloni Çağı'ndan da tanıdığımız kabartmalı vazo yapma geleneği, Eski Hitit döneminde devam etmiş ve en iyi örnekleri Eskiyapar, İnandık, Bitik gibi merkezlerde ele geçmiştir. Bu çağa ait olarak ele geçen kabartmalı vazolara daha önceki dönemlerde rastlanılmamıştır. Kabartmalı motiflerin firizler halinde üzerine yerleştirildiği İnandık vazosu, bu tipin en iyi örneklerindendir. Devrin seramik formları arasında büyük boy banyo kapları, matara biçiminde kaplar, süzgeçli kaplar, kantharoslar ve çanak içindeki tanrıçalı kült kabı özellik gösteren türlerdendir.Bu dönemin maden sanatını temsil eden örneklerden ikisi Boğazköy'de bulunan, altından yapılmış, oturan tanrıça biçimli kolye tanesi ile Dövlek'te bulunmuş tunç tanrı heykelciğidir.Eski Hitit dönemi tasvit sanatında tunçtan yapılan heykelciklerde tanrılar betimlenmektedir. Bunların mabetlerde saklandıkları ve koruyucu nitelikte oldukları yazılı belgelerden bilinmektedir.Ülke içindeki politik çekişmeler nedeniyle zayıflayan Eski Hitit Krallığı M. Ö. II. binin ikinci yarısında, I. Şuppiluliuma döneminde yeniden kuvvetlenmiş ve bir imparatorluk haline gelmiştir. Mısır'la Babil'in yanında Ön Asya'nın üçüncü büyük politik gücünü oluşturmuştur.
Hitit İmparatorluk Çağı'nda en yüksek seviyeye ulaşan Hitit sanat eserleri sadece Hitit çekirdek bölgesinde değil, Hititlerin egemenliği altına girmiş ya da Hitit politik gücünden etkilenmiş olan çeşitli Ön Asya şehirlerinden ele geçmiştir. Hitit İmparatorluk Döneminden bugüne kalan sanat eserlerinin önemli grubunu Hititler'in başkenti olan Hattuşa / Boğazköy, Alacahöyük, Eskiyapar ve Anadolu'nun Hitit etkinlik bölgelerinde yer alan merkezlerden ele geçen eserler oluşturmaktadır. Bu eserlerin Hitit sanatı ürünleri olduğunu gerek sistemli kazılar sonucu ele geçtikleri tabakalar, gerek gösterdikleri stil benzerlikleri, gerekse Hitit yazılı belgelerinde geçen tanımlar doğrulamaktadır. M. Ö. 1400'lerde başlayan Hitit İmparatorluk dönemi sanatı, kesintisiz olarak M. Ö. 1200'lerde Hititler'in politik güçlerini kaybedişlerine kadar saf Hititli eserler vermiştir.
Hitit tasvir sanatında işlenen konular Asur Ticaret Kolonileri Çağı'nın geç evresinde başlayıp, M. Ö. 1200'lere kadar devamlı olarak dinsel ve krali olayları işlemiştir. Günlük işlerin resmedildiği olaylar bile dinsel törenlerin betimlemeleri içinde yer alır.Çünkü Hitit sanatı bir dini ve krali sanattır.
Boğazköy'deki Hitit mabetleri, plan ve yapı tekniği bakımından ortak özellikler gösterir. Hepsinde büyük bir avlu, çevresinde sıralanmış revaklar ve odalar vardır. Tanrı heykeli kutsal mekanda / cella'dadır. Bu Hitit mabedi, bütün personeli ile büyük bir organizasyonun merkezidir. Şehir surunun çeşitli kapıları olup bunlar sfenksler, tanrı kabartması ve aslan protomlarıyla süslenmişlerdir. Kral kapısında Savaş Tanrısı kabartması görülür. Savaş Tanrısı o denli yüksek kabartma olarak yapılmıştır ki eser, heykel görünümündedir. Bu dönemde Hititler'in büyük boy heykeller yaptıklarını, Hitit yazılı vesikaları da yazmaktadır.
Hitit tasvir sanatında, taş eserlerden oluşan bir grup da ortostad (dik duran taş sırası)'lardır. Mimaride kullanılan bu taşların tasvirli olanlarına en güzel örnek Alacahöyük ortostadlarıdır. Bu dönemin tasvirli ortostadları grup halinde Alacahöyük'ten başka hiç bir merkezde ele geçmemiştir. Ortostadların üzerinde Hitit sanatının diğer eserlerinde görüldüğü g,bi dinsel konular işlenmiştir. Bu çağda büyük heykellerin, ortostadların yanında aynı üsluba göre altın, fildişi, tunç ve taştan yapılmış küçük tanrı heykelcikleri ve kabartmaları da önemli bir yer tutmaktadır. Hititli tanrıları temsil eden bu eserler, iri badem göz, çatma kaş, iri-kemerli burun ve gülümseyen dudaklarla ifade edilmişlerdir. Kabartmalarda ise, baş ve ayaklar profilden, gövde cepheden işlenmiş olup bunlar saf Hititli özelliklerdir.
Boğazköy'de bulunan yazılı belgelerden biri, Hititler'le Mısırlılar arasındaki Kadeş savaşından sonra yapılan ve Anadolu'nun bilinen ilk yazılı antlaşması olan Kadeş Antlaşmasıdır. Aslı gümüş bir tablete yazılan Kadeş Antlaşmasının çivi yazılı pişmiş toprak kopyesinin parçaları önemli belgeler arasındadır. Diğer önemli belge ise 1986 yılında Boğazköy kazılarında bulunup, bugün Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesinde sergilenen 23.5 x 34.5 cm. ölçülerindeki çivi yazılı bronz tablet olup, metin sınır düzenlemesi ile ilgilidir. Bu eser, Anadolu'da şimdiye kadar bulunan tek tunç tablettir.
M.Ö.1200'lerden Günümüze Anadolu Uygarlıkları
İ. Ö. II. binin sonlarında, boğazlar üzerinden Anadolu'ya olan Deniz Kavimleri Göçleri köklü değişikliklere neden olur. Anadolu'nun büyük bir bölümüne egemen olan Hitit İmparatorluğu tarih sahnesinden silinir. İ. Ö. I. binin ilk yarısında, Anadolu, çeşitli bölgelerde kurulan Geç Hitit, Urartu ve Frig krallıkları idaresi altında kalır. Aynı tarihlerde, Dor göçlerinden nasibini alan Yunanistan halkı ise, adalar üzerinden Batı Anadolu'ya geçerek yerli halkla kaynaşır ve İon Uygarlığının temelini atar. Böylece, ilk koloni yerleşimleri kurulur. Pergelle çizilmiş motiflerin özelliklerini yansıtan bu dönem, 'PROTOGEOMETRİK DÖNEM' olarak adlandırılır (İ. Ö. 1100 - 950). Yuvarlak motiflerin yerlerini köşeli geometrik motiflere bırakması ile 'GEOMETRİK DÖNEM' başlar (İ. Ö. 950 - 600).
Sanata süreklilik veren İonya da, doğu sanatı ile tanışmanın sonucu olarak; gerek heykeltraşlık, gerek mimari, gerekse seramik sanatında önemli gelişmeler olur. Mimaride, daha sonraki dev tapınakların temeli atılır. Heykeltraşlıkta, Protogeometrik ve Geometrik döneme nazaran insan anatomisi daha gerçekci verilmeye başlar. İ. Ö. 670 yıllarında büyük mermer heykeller yapılmaya başlar. Seramik sanatında ise Oriantalizan dönemde, Doğu Yunanın, hayvan frizli boyalı çanak - çömleği, Anadolu'nun renkliliği seven canlı anlatımı ile devam ettirilir.
Oriantalizan Dönemden sonra 'ARKAİK' Dönemde, yaratılan büyük boy eserlerde bu üslubun bir ölçüde devam ettiği izlenebilir. Bu dönemdeki, Batı Anadolu kültürüne has heykeller ve İon mimari tarzı, Batı Ege'de daha sonra 'KLASİK ÇAĞ' sanatını etkiler.
İ. Ö. 700 - 300 tarihleri arasında, Güney - Batı Anadolu'da Karia ve Lykia uygarlıkları vardır. Karyalıların ve Lykialıların Güney - Batı Anadolu'da, özellikle kaya mezarları Anadolu'nun en gözalıcı anıtları arasında yer alır. Orta Anadolu'da ise, Sardes başkent olmak üzere Lidya Krallığı hüküm sürer. Krallık, sınırlarını Kızılırmak'a kadar genişleterek, Frig Krallığını egemenliği altına alır. Bulunduğu konum nedeni ile Ion kentleri ile yakınlık kuran Lidya, Efes kentini de hakimiyeti altına alır ve bölgenin en zengin devleti haline geliri. İ. Ö. 7. yüzyılda ilk madeni parayı basarak tarihteki yerini alır.
Lidya hakimiyeti İ. Ö. 546 yılında Persler tarafından yıkılır ve Anadolu Pers egemenliği altına girer (İ. Ö. 546 - 334). Bu dönemde Anadolu'da var olan sanatta Pers etkileri görülmeye başlar. Greko - Pers stili sanat eserlerinin yaratıldığı bir ortam oluşur.
İ. Ö. 4. yüzyıl sonlarında, Makedonyalı Büyük İskender, Pers egemenliğine son verir ve İ. Ö. 330 - 30 yılları arasında süren 'HELLENİSTİK DÖNEM' başlar. Ancak, Büyük İskender'in ölümü üzerine, kurduğu bu büyük imparatorluk, iktidar kavgasına giren generalleri tarafından paylaşılır. Anadolu'nun önemli bir kısmı Bergama Krallığı'na bağlanır. Son Bergama Kralının vasiyeti üzerine, Anadolu'nun batısı Roma egemenliğine girer.
Vasiyet yolu ile Roma egemenliğine giren Anadolu, savaştan çok sulh yolu ile Romalaşır. Ancak, Anadolu'nun geleneksel kültürü yaşatılmaya devam eder. Roma'nın en etkin olduğu dönemde bile, bölgesel özelliklerin ağır bastığı görülür.
Roma İmparatorluğu'nun ikiye bölünmesiyle, eski bir Yunan kenti olan 'Byzantion' 330 yılında, Doğu Roma İmparatorluğu'nun başkenti olur ve adı imparatorun adına izafeten, 'Konstantinopolis' olarak değişir. Bizans sanatı, Anadolu'da gelişen ve bölgesel özellikleri ağır basan Roma sanatı geleneğinin, Hiristiyan aleminin getirdiği yeni unsurların yoğurulması ile kişilik kazanır. Bizans Uygarlığının 4. yüzyıldan 15. yüzyıla kadar yaklaşık bin yılı kapsayan bir yaşamı vardır.
Mavera-ün Nehir batısında yaşayan ve 10. yüzyılda islamiyeti kabul eden Oğuz Türkleri, islamiyeti yaymak amacı ile sınırlarını genişletirler. Bizans topraklarına akınlar düzenlenir ve Alpaslan'ın, 1071'deki Malazgirt Savaşı ile, Türklere Anadolu kapıları açılır. İznik'e kadar gelen Selçuklu Türkleri burayı başkent yaparlar ve Anadolu, Büyük Selçuklu Devleti'nin eyaleti olur. 1157 tarihinde yıkılan Büyük Selçuklu Devleti'nin yerine, merkez Konya olmak üzere, Anadolu Selçuklu Devleti kurulur.
Anadolu Selçuklu Devleti'nin, Moğol istilaları sonucu yıkılması üzerine, İlhanlıların eline geçen Anadolu, bir süre çeşitli bölgeleri yurt edinen Türk boylarının kurduğu beylikler halinde idare edilir (1071 - 1300).
Oğuz Türklerinin Kayı Aşireti, Anadolu'ya geldikleri zaman, Selçuklu Sultanı tarafından Bizans sınırında Söğüt çevresine yerleştirilir. Böylece 600 yıl sürecek bir imparatorluğun temeli atılır. Osmanoğulları, sınırlarını genişleterek Bursa'yı alır ve başkent yapar. Bir süre sonra, Bizans'ın Avrupa yakasındaki topraklarını da sınırlarına katarak, başkent Edirne'ye taşınır. 1453 yılında, başkent olmasıyla birlikte İstanbul, bir sanat ve kültür merkezi olur. Osmanlı sanatının temelinde, kendisinden önce, Selçuklu döneminde yaratılan Türk - İslam ve Anadolu kültürünün sentezi yatar.
19. yüzyıl sonlarında zayıflayan Osmanlı İmparatorluğu dört bir yandan işgal edilir. 1919 yılında başlayan Kurtuluş Savaşı sonunda, 1923 yılında Cumhuriyet ilan edilir ve son olarak, Anadolu topraklarında, Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurulur.